Kabuk Değiştiriyoruz

Her canlının yaşadığı müddetçe değişimi kaçınılmazdır… Canlı bir toplumun içerisinde yıllardır yenilenmeden akıp gidiyoruz. Kaçınız hayatı boyunca tüm dünya toplumları olarak evlere çekilme sahnesine şahit oldu? Tarih boyunca böyle bir sahneye ilk defa şahit oluyoruz.

Tırtıl kabuğundan ayrılıp kelebek oluyor, yılan yılda 2 defa kabuğunu yeniliyor, yağmurdan sonra gökyüzünü gökkuşağı sarıyor. Her gün her an bir yerde bir şeyler değişiyor. Peki ya dünya?

Yıllardır sabah uyanıyoruz okula gidiyoruz, işe gidiyoruz, yemek yapıyoruz günler birbirinin benzeri şekilde akıp gidiyor. Belki aranızdan bazıları “Ama biz tatile gidiyoruz, biz her hafta sonu seyahat ediyoruz, kongrelere katılıyorum” gibi şeyler söyleyecek. Bunların bile monoton hayatımıza dahil olduğunun farkında mıyız? Hayatımızı bu sirkülasyondan çıkaran seyahatler bile monoton. Gün içinde her şeyin bir sırası var. Peki bu sırada neler oluyor?

Bu sırada neler mi oluyor, birbirimizi duyuyoruz ama dinlemiyoruz, bakıyoruz ama görmüyoruz, dokunuyoruz ama hissetmiyoruz.

Akıp giden zamanı avuçlarımızda hissetmeyi bilemedik. Bilemedik kapalı duvarlar ardında çiçek kokularının içimize işleyen notalarıyla şarkılar söylemeyi. Şu an özgürce kendimizi o görmediğimiz ortama, hissetmediğimiz havaya bırakmak için can atıyoruz.

Bir şeyler oluyor. Dünya kabuğunu yeniliyor. Yeni rengini ama beğenirsiniz ama beğenmezsiniz, olan oldu ve kabuk yırtıldı… Şimdi sanıyor musunuz ki her şey eskisi gibi olacak.

Şu bir gerçek ki artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

Kulağa korkutucu geliyor değil mi? Ama inanın bu laçkalaşmış monoton hayatlarımızdan daha korkunç olmadığını anlayacağız.

Eğer buradan çıktıktan sonra ertesi gün işimize gideceğiz, eş dostla sarılıp öpüşeceğiz, aynı müşteriler, aynı gelirler, aynı giderler olacak sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

En temelden, belki ulaşım araçlarına eskisi kadar yolcu alınmayacak, restoranlarda masalar arası mesafe olacak, belki de uçaklarda daracık alanda dip dibe oturmayacağız. Bunlar çok ufak nüanslar olarak görünse de bir zincir olarak düşündüğümüzde birçok şeyi değiştirecek potansiyele sahipler.

Bundan sonra olacak değişim tamamen içinde bulunduğumuz krizi nasıl yöneteceğimize bağlı. Sağlık alanında alınan tedbirler, ekonomik destek programları, turizm alanında alınan tedbirler bir tarafta değerlendirilirken, başta hükümet olmak üzere tüm etkileyici ve liderlerin, şirket yöneticilerinin, özel kurum ve kuruluş temsilcilerinin çalışanlarına ve topluma verdikleri mesajlar da bir başka boyutta değerlendiriliyor.

Krizden sonra Slavoj Žižek’in söylemlerinin aksine tek şey değişmeyecek; kapitalizm…

Sular durulduktan sonra, iletişimi en iyi şekilde ve gereklilik doğrultusunda yönetmeyi kriz süresi boyunca da kontrol altında tutanlar muazzam bir rekabet avantajı sağlamış olacaklar. Bu durum kurum, kuruluşlar ve bizler için ne kadar geçerliyse siyaset için de geçerlidir.

Virüs krizinde taramalarımda gözlemlediğim kadarıyla, bir tane yatırım yapmayı düşünen ülke olmadığı gibi bu dönemde yatırımlarla meşgul olmak da bir algı oluşturmaktadır. Bunu yapan ya hiç kimsenin bilmediği bir şey biliyordur ya da daha vahimi şu anda dünyanın yaşadığı buhranın farkında değildir. Ya da Amerikalıların akli melekelerinde sorun var, silikon vadisini kapattılar, tüm yatırımları durdurdular, ‘New York never sleeps’ şarkısını tarihe gömdüler. Hangisi daha vahim bilmiyorum ama asıl virüsten daha tehlikeli olan bu oluşan algılar…

Yaşadığımız algı savaşının en büyük tetikleyicilerinden biri olan enformasyon savaşını da birlikte bu dönemde yaşamaktayız. Bilgi kirliliğiyle bu sürece katkı sağlamak virüsten daha çok zarar veren durumlardan biri.

Bu dönemde hepsinin kriz ortamını nasıl yönettiği, gelecekte nasıl algılanacaklarını da belirleyecektir.

Neil Postman’ın da dediği gibi; ‘’Perception is reality’’ (Algı gerçektir).

Bu dönemde en az gerçekler kadar algılamalar da olacakları belirleyecektir.

Nur Polat nadirenpolat@gmail.com

Benzer Haberler